Akyazılı Sultan Türbesi
Akyazılı Sultan Türbesi hakkında Seyahatname'de yer alan bilgi:
Mübarek isimleri (---) (---) dir. Belh, Buhara ve Horasan'da büyük atamız Türk-i Türkan Hoca Ahmed Yesevi halifelerindendir. Hatta. Hacı Bektaş-ı Veli Horasan'dan Anadolu'ya yönelerek 70 adet yüce mertebe sahibi erenler ile Bektaş-ı Veli Bursa gazasına Orhan Gazi'ye geldiklerinde Hazret-i Sarı Saltık Bay ki, mübarek ismi Muhammed Buhari'dir, onlar, Keligra Sultan ve bu Akyazılı Sultan Bursa'ya birlikte gelirler, fetihten sonra adı geçen erenler Rum diyarında Bektaş-ı Veli izniyle post sahibi olurlar.
Akyazılı Sultan'ın hikayesi
Hatta bu Akyazılı Sultan Pravadi'de Müslüman olan Dobruca kralından izin alup bu Batova Ovası'nda mekan tutar.
Bir gün kebap pişirip yedikten sonra kebap şişi olan ağacı [123a] yere gömünce Tanrı'nın emriyle bir yeşil kestane ağacı meydana gelip o an meyve verir. Aziz hazretleri,
"Bu ağaç meyvesi kendi makamımız koruğudur. Bunun gölgesi mekanımızdır" diye buyururlar ki tam 40 sene o yüksek ağacın gölgesinde ibadet eder. Hala o benzersiz ağaç öyle güzel bir ağaçtır ki yumurta kadar at kestanesi yetişir. Her kimin atında sancı yahut kızıl kurt olsa o at kestanesinden ata yedirseler Allah'ın emriyle şifa bulur.
Hala Akyazılı Sultan hazretleri bu güzel ağacın gölgesinde, saf kurşun ile örtülü, bakımlı yuvarlak bir türbenin içinde gömülüdür. Nurlu sandukasının dört tarafı türlü türlü güzel hatlı Kur' an-ı kerimler, gülabdan, buhurdan, şamdan ve altın gibi Horasan diyarının işi çerağdanlar ile süslenmiş, mübarek başlarının ucunda tuğ, sancak, bayrak, kalem, boru, davut kudüm ve ziller ile bezenmiş nur dolu bir kabirdir. İnsan içeri girdiğinde vücudunu bir titreme sarar. Misk ve ham amber kokusundan bütün ziyaretçilerin dimağları kokulanır. Türbedar dedeler gelen giden ziyaretçilere gülsuyu saçıp buhur yakarlar.
Dört tarafında olan pencerelerinin etrafı direkli İrem Bahçeleri gibi güt nesterin, sünbül ve yasemin bağlarıdır ki gül-i gülistanı içinde yuvalanmış bülbüllerin yanık hoş ötüşleri dinleyen ziyaretçilere yeniden hayat verir.
Kısacası, bu gibi türbeleri ve tekkeleri karşılık beklemeden koruyup kollamak şanlı Bektaşi fukaralarına mahsustur. Hatta bu hakir o ışık saçan türbeye vardığımda biraz sıtma derdiyle rahatsız idim. Hemen ki bu türbeye girip azizin ruhu için bir Fatiha-i seb'u'l-mesani okuyunca hatırıma bu beyt düştü:
Beyt:
Humma elemin çektim yok zerrece dermanım
Himmet ediniz bize [de] Akyazılı Sultanım
diye bu beyti terennüm edip kutlu başları tarafındaki duvarın yüzüne celf (iri) yazıyla yazmaya cesaret ettim. O an mübarek sandukasının yeşil sof örtüsünün altına girip "Sığındım ey aziz!" deyip girince Tanrı bilir, bu zavallı kula bir uyku çökerek uyuyup kalmışım.
Bir andan sonra uykudan uyanınca sıkıntılı vücudunu ter içinde buldum, ama yeniden hayat bulup vücudum güç kuvvet kazandı. Tanrı'ya hamdolsun o dem sıtmadan kurtulup pirin ruhu için bir hatm-i şerife başladım. Allah rahmet eylesin.
Akyazılı Sultan menkıbesi
Aziz hazretleri, Orhan Gazi zamanından ta II. Murad -ki Fatih'in babası Koca Murad Han'dır ki, iki kere padişah olmuştur, onların- zamanına dek adı geçen aziz hayatta kalmıştır. Onlara inanlardan Gazi Mihaloğulları'ndan Arslan Bey, daima azizin hizmetinde yanmış yakılmış aşık köle gibi kulağı halkalı kölesi idi. Merhum aziz hayatında bir tarafa gitmek istese, adı geçen Arslan Bey'e binip dağ taş, ova, bağ, bahçe, çöl ve sahra geçerek bazı zaman gazaya gidermiş. Arslan Bey'e bazı fukaralar sorarlarmış ki,
"Sultanım aziz hazretleri sizi eğerleyip bindiğinde bizler yaya olarak size yetişemeziz. Bu ne Tanrı sırrıdır?" dediklerinde Arslan Bey de,
Vallahi ben de ona hayranım ki, Cenab-ı Bari bana büyük bir kuvvet verir ki kendimi başka türlü bulurum ve asla yorulmak nedir bilmem" derlermiş. Hala azizin bindiği Arslan Bey'in arkasına vurulan insan eğeri takımları ile türbede açıkta durur. Nice bin böyle keşif ve kerametlerden sonra Akyazılı Sultan, Sultan II. Murad Han zamanında ahirete göç etmiştir. Adı geçen at Arslan Bey, bu aziz zatı adı geçen kestane ağacı altında defn edip üzerine o nur dolu türbeyi yapmış, karşısına da bir Bektaşi Tekkesi inşa etmiştir ki bu dönüp duran dünyada benzersizdir.
Akyazılı Sultan Tekkesi'nin anlatılması
Deniz kıyısında Varna şehri ve Balçık iskelesi arasında geniş bir öz içinde bir ağaçlık koru kenarında göklere doğru baş çekmiş yedigen şeklinde bir kargir yüksek kuledir ki sanki İstanbul'da Galata Kulesi'dir, ama kurşun örtülü sivri külahı göklere baş çekip yüksek tepesindeki alemi mavi bulutlar içinde parıldar durur, ama kubbe sivri külahı tamamen ağaçtandır. Asla kargir kubbe değildir. [123b] Usta mühendislerin becerilerini gösterdiği yüksek bir kubbedir ki başını eğmiş kubbenin içi nakışlı levha tavandır.
Gariplik ondadır ki öyle büyük bir kubbenin içinde asla sütun yoktur. Hemen bir geniş boşluk üzerinde bir bukalemun nakışlı tavandır. Ta ortasında 300 kandilli ağır çerağdan (avize) asılıdır. O da bir demir yüktür. Her gece o kandilleri dervişler yakıp kubbe nur iken nurun ala nur olup her sadık aşıklar marifetle meşgul olup can sohbeti ederler.
Bütün kara ve denizlerin seyyahları bu türbenin sütunsuz ayakta durduğuna parmak ısırıp hayran olurlar. Ta bu derece geniş meydan üzerine örtülü kubbedir ki kapıdan ocağa varıncaya kadar fukara meydanı yüz ayaktır. Baştan başa beyaz ham mermer ile döşenmiş bir meydandır. Ortada bir şadırvandan su akmaktadır. Bütün aşıklar ondan susuzluklarını giderirler.
Ve bu tekkenin ortasında nice yüz adet insan boyunda sarı pirinçten her bir padişahın birer yadigar çerağdanları vardır. Her gece çerağları (şamdanları) gelen kurbanların yağından yakıp karanlık geceleri İsra gecesi olup sanki aydınlık gündüz olur.
Haklr bu kubbe tavanının böyle durmasına hayran kaldım. Sonunda tekkenin şeyhi Arslan Dede'nin izniyle kubbenin tavanı üstüne çıkıp seyr ettim. Allah'ın büyüklüğü, marangoz ustası bu kubbe içine ta alemden tavanın yüzüne gelinceye kadar ağaçtan uzun bir direk koyup nice yüz bin ağaçları ona kadamış (çivilemiş) ki sanki bir ağaç ormanı olmuş. İnsanın aklı almayıp nemli gözleri kamaştıran bin güzellik sanatıdır ki, "İşitmek görmek gibidir" türüdür.
Bu meydanın dört tarafı demir pencerelerdir ki etrafında olan gülistan bahçesine bakmaktadır. Ve her pencerelerin aralarında kat kat dervişlerin dolapları vardır.
Bu meydanın fırdolayı çevresinde adak olarak gelen kurban postları döşelidir. Her bir postta birer nazar sahibi arif-i billah aşık ilim, ibadetle ve her biri birer işle meşgullerdir.
Bu tekkede becerisi ve sanatı olmayan gönlü yaralı derviş yoktur. Hatta nicesi kara çalı kökünden 500 parçalı ve doğrama saplı kaşık, keşkül, çevgan, arka kaşağısı, hançer kabzası ve başka türlü türlü şeyler yapıp "(El emeğiyle) kazanan, Allah'ın sevdiği kullardan olur" [Hadis-i Şerif] diye her gelen dosta birer hediye verip hırka-baha edinirler, ama lokmaları ay ve yıl, sabah akşam, yaşlı ve genç, ateşperest ve Hıristiyana nimetleri bolca dağıtılır ki pir hazretleri zamanından beri ocakları Keykavus mutfaklarında sönmeyip daima lahşa (erişte) yemekleri bulunur. Zira adaklardan, parsadan ve diğer vakıflardan gelirleri çoktur.
Değirmenleri, koruları, koyunları, eşekleri, sığırları ve tarlaları gayet çoktur. Hatta kış günlerinde korularından meşe ağaçlarını kesip arabalar ile getirerek meydan kapısından içeri araba girip ocağa iki araba odunu dağlar gibi yığarlar, sanki Nemrud ateşi olup meydan içi çok sıcak olup bütün dervişler ve konuklar gönül huzuruyla dem ederler. Araba girecek derecede büyük meydandır. Kapıları ve pencereleri kış günlerinde keçe perdelidir ki sanki hamamdır.
Ve bu tekkenin dört tarafında bütün Arap ve Acem seyyahlarının birer eserleri ve türlü türlü ibret verici yazıları var ki bir kaç sene okunsa ancak yeter. Yüz adet dervişlerin çoğu sadık aşıklardır. Her biri birer işle meşguldür. Kimi kayyım, kimi meydancı, kimi türbedar, kimi çavuş, kimi destehancı, kimi süpürgeci, kimi ateşci, kimi misafirhanecidir.
Bu tekkeden başka bir misafirhane daha vardır. Her gece 100- 200 misafir mevcut olup çul ve torba çıkarttırmadan saygı gösterip hizmet ederler. İsterse o misafir üç gün otursun. Üç günden sonra "Safa geldin imanım!" diye pabuçlarını çevirip yol gösterirler, ama elbette her gelene birer kahvaltı vermeleri kesindir. Ve bir acaip ve garip mutfağı vardır.
Kısacası Rumeli, Arap ve Acem'de böyle büyük bir türbe ve tekke görmedim. Meğer Bağdad'da İmam Ali ve İmam Hüseyin Türbesi ola. Dünyanın sonuna kadar Tanrı devamlı ede., amin ya Muin.
Ayrıca Bakınız
- Kösteli (Castelu)
- Siyavuş Paşa Sarayı
- Emir Mahmud Camii (Emin Mahmut Camii)
- Attarin (Attarine) Camii
- Sinan Kadı Camii
- Safa Dağı
- Şeyh Hazret-i İshak-ı Kazruni Ziyaretgahı
- Nakkaş Paşa Bahçesi (Nakkaştepe)
- Gıjgıj Dede Sultan Tekkesi
- Örenli (Sławejkowo)
- Moraviçe (Moravci)
- Solin
- Hamam
- Koca Sinan Paşa (Sinan Paşa) Camii
- Rumiye (Urmiye)
- Saça (Saca)
- Ramazanoğlu (Kızıldağ) Yaylası
- Erçin (Ercsi)
- Eski (Koca) Cami
- Sultan Hasan ibn Muhammed ibn Sultan Kalavan (Sultan Hasan) Camii